Bir dünya düşünün ki ölüm yok. Başka bir dünya
daha düşünün ki tarih yok, kelime yok, kitap yok, duygu yok, farklılık yok. Bir
diğerinde birey yok, düzeni temsil eden biz var. Kimi kurgularda kast sistemi
hakimken, bazılarında eşitlik var…
Gerçek olmayan dünya ve gelecek öngörüleri. Ütopyalar
ve distopyalar.
Ray Bradbury-Fahrenheit
451, Yevgeni Zamyatin-Biz, Aldous
Huxley-Cesur Yeni Dünya, George
Orwell-Bin Dokuz Yüz Seksen Dört gibi kitapların öncülük ettiği distopik
romanlar akımını, yine kitaplardan esinlenilerek kurgulanmış Otomatik Portakal,
Matrix, 2012, Açlık Oyunları, Uyumsuz, In Time gibi, kimisi kaliteli kimisi
vasat, sayısız film takip etmiştir. Tüm bu kitaplar, filmler olmayan gelecek
kurgularıdır. Peki neden?
İnsan neden var olmayanı, henüz gerçekleşmeyeni
görmek, bilmek ister? İnsanlar neden acaba’larına cevap bulmak için ideal
gelecek, ideal dünyayı tanımlamaya çalışır? Ya da tam tersi, içinde
bulundukları dönemin olumsuz gidişatı dolayısıyla karamsar bir tabloyla gelecek
resmi çizerler?
Geleceğe dair bir takım öngörülebilir sosyal endişeleri
olan insanlar, bu öngörülerini herkesle paylaşarak ‘bak böyle olmayalım, doğru
yöne gitmiyoruz’ demeye mi çalışıyorlardır?
Ütopyalar, belki de hiç gerçek olmayacak çünkü
olamayacak olan ideal dünya tasavvurlarıdır. Distopyalar ise bizi bekleyen
karamsar gelecek kurguları… Bu iki
kavram birbirlerini olumsuzluyor olsalar da ilginç şekilde aynı düşünsel temele
sahiptirler. Neden Thomas More’un, Platon’un kurgusu ütopya oluyor da
Orwell’inki distopya oluyor? Neden More’un olmayan ülkesi daha yaşanılası? Hangi kriterlere göre daha ideal? Komünizm de ideale
ulaşma çabasıyla düşünülmüş ekonomik ütopya değil mi? Peki
gerçekleştirilmeye çalışıldığında gerçekten vad ettiği düzeni
sunabildi mi? Ya da Nazi Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı ve Stalin Rusya’sı gibi
özgürlükleri kısıtlayan, despotik rejimler hangi düşünsel arka planlarla ortaya
çıktı?
18. yüzyılda teknolojik gelişmeler günlük
yaşantıya girmeye başlamış ve gelişen imkânlarımızla beraber, insanlar pembe
gelecek öngörülerinde bulunmuşlardı. İyimser
Felsefe. Peki ne olmuştur da, pembe ütopyalar, siyah distopyalara
dönüşmüştür? 2.Dünya Savaşı sonrası teknolojinin yıkıcı etkileri, zihinlerde
sirenlerin çalmasına, ‘ya içinde bulunduğumuz ivmeli gelişme hali bizi iyi
yerlere götürmüyorsa?’ sorunsallarının oluşmasına sebep olmuştur. O gün
bugündür, geleceğe dair olumsuzlamaları dinleyip, izleyip, okumaktayız. Tüm
alternatif kurguları düşünmekteyiz, önceden korkup, tedirgin olmaktayız. Ne
demişler, yarının işini yarına bırakma,
bugünden yap. Gelecekten, gidişattan sürekli korkarak ve hep endişe ederek
yada sürekli geçmişe özlem duyarak mı yaşayacağız? Kitlesel
paranoyaklaşma hali. Günümüz
dünyası da Orwell’in bir zamanlar öngördüğü distopik gelecek değil mi zaten. Orwell
mi dedik? O kim? Distopik romanlar akımının kült yazarlarından biri. Distopyalar
ise son yüzyılımızın akımı. Kaliteli felsefi sorularla başlayıp, gereksiz
endişeler silsilesiyle sonlanan akım. Boşa çıkan post-modern özgürlük çağı beklentisi.
Devasa büyüklükte ve yüksek teknolojiyle donatılmış kentler,
özgürlüğü kısıtlanmış ve düşüncesi yönlendirilen izole toplumlar, karizmatik
otorite, azamiye çıkartılan bir toplumsal denetim. Tercih hakkının, söz
hakkının olmadığı, her şeyin kontrol altında olduğu totaliter bir rejimle
yönetilen devasa hapishaneler. Büyük
Kapatılma. Toplumsal ilişkilerin, kurumlar tarafından mükemmele yakın
olarak örgütlendiği, herkesin makinenin küçük parçaları olarak bir işlev
gördüğü, verimliğin had safada olduğu, her şeyin düzen tarafından belirlendiği,
her hangi bir boşluk, tanımsızlık olmaksızın işleyen mükemmel sistemlerin fikir
babaları, aslında akıllarında bir yerde gizli olan cenneti inşa etmeye çalışırken cehennemi inşa ederler. Toplum mühendislerinin, daimi doğruları
oluşturmaya çalışırkenki çuvallama halleri.
Her zaman en iyisi hayal edilir, daha iyiye
gitmek için de en’leri hayal etmek güzeldir, fakat bunu başkalarına dayatmaya
başladığımızda ortaya hiç de daha iyisi çıkmıyor. Toplumun, kendi ‘en’ini
kendisi ortaya çıkarması gerekiyor sanırım. Karıştı, sonuca bağlama vakti de
geldi demektir öyleyse.
Şahsi kanaatim, distopyalar da aslında ideal olanı arama çabalarıyla
ortaya çıkanların ütopyalarının gerçekleşmesi muhtemel sonuçlarıdır. İyi
hedeflerle yola çıkan bu kişi veya grupların, her şey daha mükemmel olsun diye,
toplumun olağan sürecine, insanın günlük hayatına yaptıkları dışarıdan
müdahaleler, yapay ve insani olmayan düzenleri doğurur. Gerçekleştirilmeye çalışılmamış, gerçekleşmesi için kendine zemin
bulamamış ütopyalar ‘ütopya’ olarak adlandırılmaya devam ediliyorlar, çünkü
eğer gerçekleştirilselerdi –dikkat ediniz ettirgen bir çekim kullanmaktayım-
hiç de planlandıkları gibi güzel bir yer olmayacaklardı. Çünkü yaşadığımız
dünya hiçbir zaman o düşlenilen kusursuz yer olmayacak, zira olsaydı –ya da
olma ihtimali oluyor olsaydı- zaten cennette yaşıyor olurduk ve ahiret denen
şey de anlamını yitirirdi.
26-09-2016